Geçmiş bugündür: Tarihsel Adalet için Bellek Müzesi

-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra ve Özdeş Özbay, Açık Gazete'de 12 Eylül 1980 Darbesi'yle ilgili en kapsamlı müze olan Tarihsel Adalet için Bellek Müzesi'nin direktörlerinden Sevim Sancaktar, Eylem Delikanlı ve Aylin Tekiner ile bir araya geldi.

""
Açık Gazete: Aylin Tekiner, Eylem Delikanlı ve Sevim Sancaktar
 

Açık Gazete: Aylin Tekiner, Eylem Delikanlı ve Sevim Sancaktar

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Evet, 95.0 Açık Radyo burası ve Açık Gazete programında şimdi üç konuğumuz var; Sevim Sancaktar, Eylem Delikanlı ve Aylin Tekiner.

Özdeş Özbay: 12 Eylül'de Tarihsel Adalet için Bellek Müzesi açıldı. Bir yıl kadar önce dijital ortamda bellekmuzesi.org adıyla açılmıştı fakat şimdi Tütün Deposu’nda bir sergi olarak da açılmış oldu. Geniş katılımlı da bir açılış günü gerçekleştirildi. O gün ben de biraz dolaşma fırsatı buldum. Proje direktörlerinden Sevim Sancaktar, Eylem Delikanlı ve Aylin Tekiner bizimle. Merhabalar hoş geldiniz.

Sevim Sancaktar: Hoş bulduk.

Eylem Delikanlı: Merhaba.

Aylin Tekiner: Hoş bulduk.

Ö.M.: Hoş geldiniz. Ben maalesef bulunamadım başka bir yerde olduğum için ama çok son derece ilginç ve çok sayıda örneğine de dünyada rastlandığını sanmadığımız bu fikir nasıl ortaya çıktı ve gelişti diye klasik bir soruyla başlayalım isterseniz. Çünkü pek fazla örneği de yok biraz önce söylemeye çalıştığımız gibi.



E.D.: Dilerseniz ben başlayayım. Aylin ve Sevim de eksiklerimi tamamlayacaklardır mutlaka. Adalet için Bellek Müzesi, sizin de biraz önce bahsettiğiniz gibi 2022’nin 12 Eylül'ünde açıldı dijital ortamda. Biz, dijital bir müze diyoruz. Türkiye'nin 12 Eylül'e dair çalışma yapan ilk dijital müzesi ve bir insan hakları arşivi aynı zamanda. Bir senedir hem var olan koleksiyonlarımızı genişletiyoruz hem de iki gün önce sizin de bulunduğunuz serginin çalışmalarını yapıyoruz.

Fikir tabii ki 12 Eylül'e dair herhangi bir bellek mekanımızın olmaması gerçeğiyle hepimizin yüzleşmesi sonucu ortaya çıktı. Biz, ‘bunu fiziki bir mekanda bir araya getiremiyorsak acaba dijital bir ortamda bu müzeyi inşa edebilir miyiz?’ düşüncesiyle yola çıktık. 2021’in Ocak ayından itibaren Türkiye Araştırmaları Enstitüsü'nün içerisinde kolektif hafıza çalışmaları yapan bir ekiple beraber bu dijital müzeyi gövdelendirmeye çalışıyoruz. Dünyada örneği olmaması kısmına şu şu açıdan katılabiliriz sanırım hepimiz; bir dijital müzeyi fiziki bir mekana taşımaya çalışmak, daha sonra o fiziki mekana taşınmış müzeyi yine dijital imkanlarla daha kalıcı kılmaya çalışmak gibi bir yöntemi takip ediyoruz şu anda. Dolayısıyla söylediğiniz şekilde, bunun dünyada belki de bir ilk olduğu konusuna katılabilirim ben de. Ben şimdilik bu kadar aktarmış olayım, arkadaşlarım devam etsinler.

A.T.: Ben de birkaç şey ekleyim Eylem’in sözlerine. Evet, dünya darbe tarihinde önemli bir yer tutan 12 Eylül Darbesi, dünyadaki örneklerine rağmen ne yazık ki kendine bir mekan bulamadı, bir bellek mekana erişemedi. Aynı zamanda bu alanda çalışan yani 43 yıldır aslında, 12 Eylül’ün 43. yılında 12 Eylül'e dair arşiv çalışmaları yapan, hak mücadelesi veren belli gruplar elbette oldu ama biz biraz daha kapsamlı bir yerden, olabildiğince nüanslarıyla bunu görebilmek, gösterebilmek adına farklı çalışma alanlarında 12 Eylül'e bakmayı hedefledik. Bunlar tabii her geçen yıl koleksiyonların artmasıyla çeşitlenecek. Nelerdi bunlar? Hukuk alanına bakmak istedik elbette. Dava Dosyaları Koleksiyonu, Sözlü Tarih Koleksiyonu, Bellek Nesneleri Koleksiyonu ve Adalet Arayışı Koleksiyonu. Bunlar bir sistemde birleştiler, bir işkence haritasında birleştiler ve tüm bu veriler birbiriyle çakışan, konuşan bir bilgiyi bize aktarmayı hedefledi. Dolayısıyla Eylem’in de dediği gibi dijitali fizikseli, fizikselden tekrar dijitale çevirerek aslında Türkiye'nin politik ikliminde bir şeyi mümkün kılmaya çalışıyoruz. Çok geniş katılımlı bir sergi oldu, bizi çok mutlu etti ve umut verdi. Bunu da herhalde ilerleyen dakikalarda Sevim aktaracaktır, ben de burada keseyim.

Ö.M.: Evet, Sevim Hanım, siz ne diyorsunuz?

S.S.: Çok teşekkürler bizi davet ettiğiniz için. Evet, bizim için de çok heyecanlı bir açılış oldu. Eylem ve Aylin, Hülya Deveci ve Özlem Delikanlı'yla birlikte başı çektikleri müzenin eş direktörleri. Arkalarında çok kalabalık danışman ekipleriyle birlikte ortaya koydukları çok kapsamlı bir araştırma ve arşiv projesinin aslında lansman'dan sonraki ilk kamusallaştığı bir çıktı olarak bu sergi projesinde yollarımız kesişti. Hedefimiz, bu kadar kapsamlı bir şeyin hem bilgisini aktarmak hem de günümüzde özellikle hak ihlallerine karşı tutulan kayıtları bir araya getirmek. Birçok kayıt tutuluyor, birçoğunu da aslında tutamıyoruz. Dolayısıyla da hem bir yandan kaydın tutulmasına olan önemi vurgulamak hem de hak ihlallerini görünür kılmayı amaçlayarak kurulmuş bir müzenin farklı disiplinler üzerinden çalışmaları bir araya getirerek görünür kılmaya çalıştık. Aslında sadece bu bilgileri aktarmak anlamında değil, tartışmayı ortaklaştırmak ve tartışmayı büyütmek anlamında böyle sergilerin, böyle etkinliklerin çok önemli etkileri oluyor. Keza açılışta da dedesinin kitabıyla gelenler gibi Bellek Nesneleri Koleksiyonu’na dahil olabilecek birçok şeyi paylaşmak isteyen kişiler oldu. Bu anlamda bu diyaloğun ve bir şekilde paylaşımın karşılıklı olması için iyi vesileler oluyor.



‘Geçmiş bugündür’. Tam da müzenin de sloganı olan temayla açıldı sergi. Zaten kuvvetli bir şekilde birçok şeyi de söylüyor. Bu süreçler devam ediyor, hak ihlalleri de devam ediyor. Bir şekilde yüzleşme veya hesap sorma pratiklerine dair öğrenmemiz gereken maalesef ki hala çok şey var. Biz, bu sergide tabii ki serginin ana çatısını biraz önce Aylin'in ve Eylem’in de bahsettiği üzere müzenin daimi müze koleksiyonları ve araştırmalarından bir araya gelen arşivler üzerine kurguladık. Bunlardan zaten bahsetti Aylin. Buna ek olarak da bireysel ve kolektif olarak üretilmiş sanat eserleri sergiye eşlik etti. Aylin Tekiner, Doğa Yirik, Gülçin Aksoy, Gülsün Karamustafa, Güneş Terkol, Nil Yalter, Özlem Sulak, Tan Oral, Nalan Yırtmaç gibi sanatçıların birçok katkısı oldu sürece. Aynı zamanda bu serginin bizim için en önemli kısımlarından biri, her aşamasında üretimi nasıl kolektifleştirebiliriz, başka kişilerin katkılarını da dahil edebiliriz sorusu ve şiarı üzerinden ilerledi aslında. Bu bize oldukça önemli bir yol açtı. Örneğin sergiye girdiğinizde de ilk sizi bir zaman dizini karşılıyor ve o zaman dizini başta Feza Kürkçüoğlu'nun katkılarıyla Bellek Müzesi ekipleri ve danışmanlarıyla oluşturuldu. Bu dizin aslında kişilerin kendi müdahale alanları, kendi kişisel perspektif alanı. Yani 12 Eylül dönemini nasıl görmüşlerdi, okumuşlardı, neyi vurgulamak isterler sorularıyla aslında kolektif üretime açıldı. Her biri birer bellek nesnesine dönüşen çıktılar ortaya çıktı. Dolayısıyla bu anlamda böyle çalışmaların birçok üretimi birleştirmesi ve kişileri de bir araya getirmesi önemli. Çok fazla kişinin katkısı var, hepsini anmak mümkün değil ama Sözlü Tarih Çalışmaları olsun birçok katkıyla büyüyen bir ekip sayesinde ortaya çıkmış oldu.

Bir de şunu da söylemek lazım; bu kadar kapsamlı kurulmuş bir müzenin ilk adımı yani kamusallaştırılması anlamında ve içinden hem kendisinin oluşturduğu hem de misafir ettiği üretimler anlamında bu tartışmayı derinleştirmek için bir ilk adım olduğu şüphesiz ki süreçte birçok farklı şey yapılabilir. Bu yapı herkese açık; hem katkıya, hem yoruma, hem de birçok tartışmaya. O anlamda da umarız ki buna vesile olur bu ilk sergi.

Ö.M.: Evet, ben de şunu sormak istiyorum burada. Şimdi çok çarpıcı absurdité bir durum var. Yani siz mesela, ikinizin de aralarında bulunduğu, çok ciddi hasarlar diyeyim ailevi facialar da çıkmış 12 Eylül'de. Eylem Hanım, ‘babam hapse girdiğinde dört yaşındaydım’ dediğiniz bir şey vardı Gazete Duvar’da. Sekiz sene cezalı ve beş buçuk yıl hapishanede kaldığı ya da Aylin Tekiner, siz de ‘12 Eylül'e giden süreçteki siyasi cinayetlerden biriyle babamı kaybettik’ diyorsunuz, 17 Haziran 1980’de Nevşehir'de öldürülmesi. Şimdi bana sorarsanız, bütün bunlar aslında başka bir kelimeyi de içinde barındırıyor. Sizin serginizin de büyük önemi bence orada yatıyor. İnsanlar bunu görmeme ve duymama hatta dile getirmeme eğiliminde de oluyorlar. Psiko-sosyolojik olarak çeşitli sebepleri olabilir. Ama şöyle bir bakıldığı zaman, bugünlerde de Sezgin Tanrıkulu'nun linç kampanyasıyla ilgili olarak da aynı şey söyleniyor; ‘Türk Silahlı Kuvvetleri ordumuz bizim göz bebeğimizdir, eşsizdir, en kahramandır, bir tanedir. Ama aynı zamanda sergide de gözüken, Kenan Evren imzasıyla darbenin bir numaralı bildirisinde harekatın amacı; ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek, demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmak. Bunları dedikten sonra da 12 Eylül Darbesi’nin bilançosunu çıkardığınızda 650 bin gibi çok yüksek sayıda kişinin gözaltına alınması ve 90 güne varan çok ağır gözaltı sürelerinde ağır işkence olayları görünmesi, işkence sayısı olarak da dünyada eşine çok sık rastlanmayacak bir şey. Kitapların yakıldığı, bine yakın filmin yasaklandığı, 25 bine yakın derneğin faaliyetinin durdurulduğu, binlerce öğretmenin ve 50’ye yakın hakimin işine son verilmesi, siyasi parti ve sendikaların kapatılması diye böyle sürüp gidiyor. Kendi adımıza da, yayın için de konuşacak olursak özellikle gazeteciler için toplam dört bin yıl hapis cezası istendiği ve üç bin 215 yıl altı ay hapis cezası verildiği, gazetelerin de 300 küsur gün yayın yapmadığı, 39 ton gazete ve derginin imha edildiği, yüz binlerce yayına el konulduğu ve Almanya'da Nazi döneminde de görülen kitap yakmalar gibi imhalar da görülüyor. Bütün bunlara rağmen de söylemde tamamen ‘hiç bunlar yokmuş’ gibi hareket ediliyor.

Biraz da her konuyu ona bağlama eğilimim var ama izin verirseniz ona da değineceğim. Yani iklim krizi dünyada azgın bir şekilde artmışken sebeplerden, iklimden bahsetmeyen, sellerden, korkunç yangınlardan, kuraklıklardan, çölleşmelerden bahsedip, onlardan da az bahsedip hiç bağlantı kurmamak gibi bir durum var. Ne diyorsunuz buna? Yani bu serginin belki de en çok bunu açığa çıkartması, yüzleşmeye vermesi açısından önemli olduğunu söyleyebilir miyiz?

E.D.: Her ikimiz de, Aylin de ben de uzun yıllardır 12 Eylül'ü odağımıza aldığımız çalışmalar yapıyorduk zaten. Ben bir sözlü tarihçi olarak sözlü tarih alanında bu üretimleri yapıyordum. Aylin de sanatçı olarak bunun üretimini yapıyordu. Tarihsel Adalet için Bellek Müzesi, aslında konunun özneleri olarak yani 12 Eylül'ün hedef aldığı, direkt hedef aldığı ailelerin çocukları olarak ‘hak mücadelesini nasıl birlikte yürütebiliriz’in sonucunda vardığımız çözüm yolu aslında. Sizin de bahsettiğiniz gibi tam da o noktadan yani 12 Eylül'e dair yaratılmış bütün klişeleri ya da resmi ideolojileri devletin yarattığı belleği yani darbeyle birlik düzen geldi, kardeş kavgasının son bulduğu, kardeş kanının artık dökülmediği belleğini yıkan bir karşı bellek yaratmaya çalışıyoruz. Bellek Müzesi'nin yapmaya çalıştığı tam da bu. Bütün bu klişelerden uzak, daha aşağıdan yukarı kolektif bir üretimle bütün bu anlatıları bir araya getirip aslında gerçekten o dönemde ne olduğu, ordunun nasıl bir yıkım ve tahribat yarattığı ve bu tahribatın dünden bugüne etkilerinin neler olduğu konusunda birebir maddi verilere dayalı ki biz bunlara birincil kaynak diyoruz, yani sözlü tarih anlatılarımız, resmi belgeler ve diğer dokümantasyonları bir araya getirdiğimiz bir anlatıyı, bir karşı belleği oluşturmaya çalışıyoruz. Çünkü buradaki hak mücadelesinde, bellek aktivizminde en önemli ilk eylemlerden biri de ‘hatırlama eylemi’ değil mi? Yani bu kadar her şeyin unutturulduğu bir ortamda, politik hatta aslında hatırlamanın kendisinin önemli bir eylem olduğunu ve buna bu noktadan başlamamız gerektiğinin altını sıkça çiziyoruz. Bunun yolları olarak da farklı yöntemler takip etmeye çalışıyoruz. Sözlü tarih bir metodoloji olarak olsun, veri tabanlı dijital ortamların bize sunduğu imkanlar olsun, sanat, hukuk gibi değişik dallarda daha multidisipliner çalışmalar olsun, bunu biraz daha önceki yapılmış çalışmalardan da sıyrılarak, onlardan beslenerek ama başka yollar aramaya çalışarak bir araya getirdiğimiz bir süreç olarak görüyoruz.

Ö.M.: Oldukça işlevsel bir durumu, vicdanın geri getirilmesi açısından ama en önemlisi de yüzleşme açısından, yüzleşmeye imkan verebilmesi açısından önemli gibi geliyor. Yani Birikim dergisinin Osman Kavala'yla da yaptığı söyleşide de Kavala’nın söylediği gibi, gerçekten sağlam bir demokrasi kültürünü geliştirebilmek için geçmişte yapılan adaletsizliklerle işlenmiş büyük suçlarla yüzleşebilmek gerekiyor. Yani bunları savsaklamak olmuyor. Ama öyle de bir durum içindeyiz. Onun için de bu yüzleşme konusunda serginizin çok kıymetli bir işlev gördüğünü düşünüyorum. Siz ne diyorsunuz?

A.T.: Buna yürekten katılıyorum ve ekip olarak da zaten bunu çok kendimize şiar ettik, bu yolda ilerledik. Bir taraftan da sergiyi gezdiklerinde izleyiciler görecekler, ‘darbenin sorumluları’ bölümümüz var. Biz burada bilinen askeri ve siyasi sorumluların yanında aynı zamanda ‘sivil iştirakçiler’ adı altında da bir hattı görünür kılmak istedik. Tam da biraz önce sizin sözünü ettiğiniz aslında, yüzleşmemek, sessiz kalmak, yok saymak yönünde aslında toplumun da altını çizmek istedik. Elbette hesaplaşmanın tarafı çok net, 12 Eylül Darbesi’nin muhatapları kadar yapanın amacını da aslında açığa çıkaran, biraz failin altını çizmeyi önemseyen bir müze Bellek Müzesi ve sergide de bunu olabildiğince görünür kılmaya çalıştık. Bunun yanında bir taraftan da ‘direnen rütbeliler’ adı altında yeni bir alan açtık. Aslında bu darbeye, bu suça ortak olmamak adına bir refleks gösteren, karşı duran ve kendi pozisyonunu buradan belirleyen az sayıda da olsa bulduğunuz isimleri de anmak istedik. Onları bu panoda farklı bir renkle çıkarttık ortaya. Mavi bizim rengimiz, 1982 Anayasası Referandumu’nda ‘hayır oyu’nun rengi olarak bizim tasarım ekibimizin ve müze ekibinin ortaklaşa kararını verdiği bir renkti ve bu bizim için demokrasiyi, insan haklarını simgeleyen bir renk olarak o duvarda yerini bu şekilde aldı. ‘Direnen rütbeliler’i biz mavi rengiyle yapmayı uygun gördük. Özellikle Sevim bu konuda sağ olsun, müthiş yaratıcı fikirler koydu ortaya ve sergi böyle oluştu.

Ö.M.: Son olarak Sevim Sancaktar, sanatsal çalışmanın yüzleşme kültürünü, demokrasi kültürünü yaratma açısından faydalı olduğu kesin ama ne kadar yararlı olabileceği konusunda bir iki kelime söyler misiniz?

S.S.: Tabii. Ben de ‘hayır oyu’nu böyle işaret edecektim. Aylin zaten oraları çok güzel açtı. Bir örnek vereyim sergiden mesela; sergide bir tek tip elbise sergileniyor. Tabii ki askeri rejim yönetimi tarafından cezaevlerindeki direnişi kırmak için çıkarılan bir genelge kapsamında tek tip elbise giydirilmesi isteniyordu ve bu elbisenin sergilenmesi bir anlamda aslında onu bir direniş yani tek tip elbise direnişinin bir aracı olarak sergilemekle elbiseyi tek başına sergilemek arasında aslında bakarsanız çok büyük bir fark var. Dolayısıyla da biraz önce Aylin'in de bahsettiği aslında sergiye dahil olan bütün detayların ve üretimlerin nasıl yorumlandığı temel bir mesele oluyor. Buna farklı disiplinlerin dilini kullanmaları anlamında sanatsal pratikler de önemli bir katkı veriyor bana göre. Çünkü tek tip elbise de aslında bir nesne ama onu bir direniş aracı olarak yorumlayıp o şekilde sergilediğinizde aslında direnişi hatırlatıyorsunuz, hayır oyunu hatırlatıyorsunuz ki özellikle komşusunu ihbar eden birini ya da öğrencisini fişleyen bir öğretmeni. Direnen rütbelilerde de Aylin’in verdiği örnek gibi bunların tam tersi hikayeleri ne kadar çok çoğaltabilirsek bu gerçekten çok kıymetli olacak. Sanatsal pratiklere de geldiğimiz zaman, bazen o çok daha soru sorarak olası bir dili ve bir parantezi açtığı için ben birçok farklı disiplinin çok farklı açılardan bu konulara yaklaşarak bunların çoğaltılması gerektiğine inanıyorum. Bunu da kuvvetli buluyorum. Aslında bu hepimizin konusu, her alanda üreten herkesin konusu. O anlamda da böyle projelerde bir araya gelmeler önemli ve başka iş birliklerini de yaratabiliyor. Bu anlamda da kıymetli olabilir bunların çoğalması.

Ö.Ö.: Aslında çok vaktimiz kalmadı ama ben de sorumu sormuş olayım. Bu sergide ve aynı zamanda dijitalde üç temel koleksiyon olduğundan bahsetmiştiniz önceki röportajınızda; Sözlü Tarih Koleksiyonu, Bellek Nesneleri Koleksiyonu ve Dava Dosyaları Koleksiyonu. Yani 12 Eylül davalarından söz ediyorsunuz. Bu üç koleksiyon üzerinden yükseliyor sergi. Bu koleksiyonların içerisinde bir de çok çarpıcı bir bölüm olarak ‘işkence haritası’ var. Aslında vaktimiz kalmış olsaydı bu koleksiyonların içeriğini biraz anlatır mısınız diyecektim ama sadece bir dakikamız kalmış durumda. Bu bir dakika içerisinde kısaca işkence haritasından biraz bahsedebilir misiniz? Bunun içerisinde neler var ve galiba ulaşabildiğiniz insanlar üzerinden genişlemeye devam ediyor da bir yandan değil mi?

E.D.: Bu sene bir dördüncü koleksiyon olarak Adalet Arayışı Koleksiyonu var. O da diğer üç koleksiyondan farklı materyallerle bir araya geldi. İşkence haritası, bu koleksiyonların içerisinden süzdüğümüz verileri bir araya getirdiğimiz bir veri tabanıyla çalışıyor. Dolayısıyla dava dosyalarından, sözlü tarihlerden -ki bunlar bizim için birincil kaynaklar- oluşturduğumuz bir veri tabanı var. Çalışmanın başında hangi kişiler ihlale uğramışlar, ne tür ihlale uğramışlar, bu ihlallerden sorumlu olan kişiler var mı, bunlar hangi mekanlarda gerçekleşiyor ve hangi kategorilerde bu ihlaller gerçekleşiyor gibi oldukça detaylı bir veri tabanı oluşturduk.
Şu anda bu veri tabanı üzerinde 13 binin üzerinde isim var. Bunlardan teyit edilmiş sekiz binin üzerinde ismi interaktif bir şekilde dijital ekranlarda sergide görüyorsunuz. Dolayısıyla bu biraz önce programın başında bahsettiğimiz darbenin bilançosundaki istatistikleri aslında veri temelli doğrulamaya çalıştığımız ve tabii ki uzun sürece yaydığımız bir çalışmaya denk geliyor. Dolayısıyla elimizde ne kadar çok dava dosyası, döneme dair belge, bilgi, dokümantasyon olursa zaman içerisinde bu teyitleri yaparak bu veri tabanına isim eklemeye devam ediyoruz. Bu şekilde özetleyebiliriz.

Ö.M.: Evet, 12 Eylül'de işkenceye uğrayan 650 bin insandan bahsediliyor. Bu hakikaten dünyada da benzerine sık sık rastlanmayacak bir şey. Bütün bunların yüzleşme kültürüne katkısı olacağına inanıyoruz.

Maalesef süreyi tükettik. Sevim Sancaktar, Eylem Delikanlı ve Aylin Tekiner, sizlere çok teşekkür ederiz. Yeni bir çağa doğru ilerlemekte önemli bir gayretiniz olduğunun düşüncesindeyiz bu sergilerle.

Ö.Ö.: Serginin ne kadar devam edeceğini hızlıca öğrenebilir miyiz?

E.D.: Tütün Deposu’nda 8 Kasım'a kadar devam ediyor.

Ö.Ö.: Evet, çok teşekkürler katıldığınız için.